Yaşanabilir “yaşam” gerçeğinde dünün ve bugünün sırat köprüsünden geçiyorum. Zamanın ötesine geçme dileğimin kabul olmasından dolayı kaygılıyım. Dünün dünyasında edindiğim alışkanlıklarımı anımsıyorum. Alışkanlıklarımın başında dünya serüvenini tamamlamış insanlarla söyleşi yapmak geliyor. İhanetin çağdaşı olmuyor. Kendine ve yaşadıklarına ihanet etmeyenlerle dostluk geliştirmeyi çok istiyorum. Sahicilik bir kişinin hissettiklerini karşısındakine de hissettirmesi, içtenlik ise, kişinin kendi içinde hissettiği duyguların toplamıdır. İnsanı başka insana bağımlı kılan benliği midir? İnsan kendisini ötekileştiren insandan korkmakta haklı mıdır? Kendime seslendiğim anlarda sesim havada dolaşan toz zerrecikleri gibi saçlarıma konuyor. Umarsızlık içinde kendimle konuşuyorum. O an karşımda duran bir erkeğin varlığıyla alt üst oluyorum. Günün ilk ışıklarının aydınlattığı çalışma odamda bana sevgiyle bakan yabancı adamın varlığıyla irkiliyorum. Bir an şimdiki geçmişimden mi yoksa sonraki geçmişimden mi korktuğumu bilmiyorum.
“Hayattan değil ama benden korkman beni sarstı Bedriyecik! Biz ki seninle bir gen yansıması olarak dünyaya geldiğimiz için kendimizi şanslı hisseden iki insanız. Biz ki, seninle kendine mektup yazan iki deliyiz. Sistemin köşe başlarını eline geçirmiş riyakârlara öfke kusuyoruz. Biz ki, bize riyakârca iyilikler temenni edip bizi sevdiğini söyleyen insanlardan korkuyoruz. İkimiz de denemenin ve yanılmanın öneminin farkındayız…”
“Sevgili Anton Çehov senin ruhunun ruhumun derinliklerindeki yerini alalı yıllar oldu. Bu yüzden ruhunu çağırmaya, ruhuna mektup yazmaya gerek duymadım hayatım boyunca. Sadece hem kendi hayatının ve hayatına yansıyan yapıtlarının hem de günümüz dostluğu hakkındaki görüşlerimi seninle paylaşmak istiyorum. Denemeyi salt insanın kendi ruhunun alan ve alanlarını aştığı için değil, insanın kendisine rağmen sınırlarını aşan ve aştığı sınırlarında sosyal ve sosyalist insanlığa geçiş yapmalarını sağladığı için seviyorum. Felsefenin yazında kapsadığı alanı da seviyorum. Bir feylesofun kendi öğretilerinden yola çıkarak, evreni yeniden biçimlendirmesini de seviyorum. Filozofların kendilerine sordukları soruları kendilerinin belirlediği bir teknikle temellendirmeleri ile neden/ sonuç arasındaki gerçeğe varmak için kılı kırk yarmalarını da seviyorum. Bu bağlamda, insana / yazına ve bilime kendi evrenini keşfetmelerini sağlamak için kendilerine güvenmelerinin önemini anımsattığı için de seviyorum. Ben de kendimi sık sık sitemin sistemli biçimde sınır dışı ettiği felsefe yapıtlarına benzetiyorum.”
“Sevgili Bedriyecik, ben de senin gibi kendimi insanlardan uzak bir yaşama götürecek gemiye binmeye karar verdim. Seninle aynı gemide olduğumuza seviniyorum. Bu yolculukta bana arkadaşlık etmene seviniyorum.
“Sevgili dostum, düşünce yolculuğunun en güzel yanı paranın geçerli olmaması. Paranın hükmettiği her alan insanın insan onuruna da hükmettiği alandır. Onursuzluğunun tanımını da insanın insan onurunu tekelinde bulundurması olarak algılıyorum. Kaldı ki, ben sıradan bir vatandaşım ve sistemin imzalayıp elime verdiği hiçbir paye /sıfat ve üne de sahip değilim.”
“Özgürsün demek! Dilerim ki, bu konuda talihin yaver gitmez, sen de değişmezsin. Dostunun olmadığına üzülme. Tyrannos katiline şöyle seslenir: “Ne talihsizim! Ölüyorum; hiçbir dostum da yok! İnsanın dostlarının olmaması da özgürlüktür. İnsan, doğasının hükmettiği özgürlüğü taşımakta zorlanıyor zaman zaman. Kişiliğinin onların üzerinde yarattıkları etkiyi taşıyamadıkları için sana ihanet ediyorlar. Senin yaşamına aklın ve ilkelerin, onların yaşamına da çıkarları yön veriyor. İnsanların sana karşı cephe almasına sevinmeyi öğrenmediğin sürece kendinle barışmayı da öğrenemeyeceksin. Sen onları tanıdığın kadar onların da senin gerçeğini tanımalarını istiyorsun. Seni sadece sen tanıdın, senin en acınası gerçeğin de buydu. Sen dostlarınla benzer ilişkiler kurmuyorsun, sıra dışı ilişkiler kurmak istiyorsun bu da dostlarını ürkütüyor. Senin gibi düşünen insanlar dışında kimsenin kalbi sıra dışı ilişkileri göğüsleyecek kadar güçlü değil. Senin intikam biçimin sana ihanet edenlere sitem etmek dostlarınınki ise kanını içmek için sıraya giren düşmanlara kalbini ve ruhunu lime lime etmeleri için teslim etmeleri. Sen sitem ettiklerinin hiçbirine ne ruhunda ne de düşüncende yer veriyorsun dostların ise seni öldürdükten sonra kalplerinde senin ölümsüzleştiğini anlıyorlar. Sen sıradan olmaktan korkuyorsun onlar ise sıradan olmayı başardıkları oranda sistemde mutlu olacaklarını biliyorlar. Sana göre ruhun güzel kaldığı için ölümsüz olacak onlara göre bu dünyada güzel yaşadıkları sürece ruhları canlı olacaktır. Aslında ruhlarının ölümsüz olup olmaması onlar için önemli değil, akılcı dünyada ölümsüz olması önemli ruhlarının. Sen, bozulan hiçbir ilişkini düzeltmek için çaba sarf etmiyorsun onlar ise, sadece selam verdikleri insanlarla bile ilişkilerinin bozulmasına tahammül edemiyorlar. Senin geçmişinde ayıp yok, onlarının geçmişinde ise çıkar çok. Sen sevdiklerine kötü davranmaktan korkuyorsun onlar ise seni sırtından vurmuş olmakla gurur duyuyor. Senin için her tür düşünme biçimi kutsal, onlar içinse sadece kendi düşünme biçimleri kutsal. Sen yaşadıklarının sana öğrettiği öğretileri onlar ise başkalarından öğrendikleri öğretileri kanıksıyorlar. Sen, insanların birbirinin gerçeğini karşılıklı kabullenmekle insanların çoğalabileceğini düşündüğün sürece yalnız kalacağın gerçeğini kavramıyorsun. İnsanı güzelliğin teminatı olarak algıladığın kadar çirkinliğinin de teminatı olarak da algılamadığın sürece insanlık gerçeğinde yaya kalmaya mahkûmsun. Seni gerçekçi değil, yazık ki romantik buluyorum. Hayatta her zaman birinciler ikinciler üçüncüler… olacaktır. Birincilerin etrafında ikinciler, ikincilerin etrafında da üçüncüler dönecektir. İşte sana realite! İnsan ruhu insanı tek başına doyursaydı insanların bir başka insana ihtiyaçları kalmazdı. İnsanların ilke ve önceliklerinin farkına varması onların dünyevi istek ve hırslarını doyurmaz. Dünyevi tüm istek ve zevkini doyurmanın yolu da ruhunu satmaktan geçiyor. Neden ağrısız tek bir doğum yoktur! Yazdıklarının elden ele dolaşmasına benziyor ihanetin kalpleri dolaşması. Sen, onların kendileriyle olan hatalarını yüzlerine söylemekle hata yapıyorsun. Kartopu karların içinde yuvarlana yuvarlana oluşur; tıpkı insanların, karşılarındaki insanlara davranışlarıyla sunduğu katkıyla oluşması gibi. Kendini yargılama. Sürekli suçlu olan sensen toplumdaki çarpık yönetim biçiminden kim ya da kimler sorumlu? Senin önlerine kale gibi diktiğin engellerden dolayı mı insanlar kendilerini gerçekleştiremiyorlar. İki oda bir salondan oluşan evinde dünyanın bütün insanlarını barındırabilir misin? İnsanlar bilgeliğiyle bağlı olduğu dostlarını yitirdikleri için ahlak erozyonu yaşıyorlar. Neden kendini yalnızlaştırarak kendine ceza veriyorsun? Kötülük; sonradan görme zenginlik gibi insanı alçaltan alışkanlıklar kazandırıyor insana. Sen dostların sana ne türlü kötülük yaparsa yapsın, onların sana ihtiyaçları olduğunda onlardan esirgemediğin iyilikler yüzünden senin ruhlarındaki izlerini silemiyorlar. Dostların seni incitme yolunda en parlak örnekleri verdiler. Kendini yeniden yarat. Freni patlamış bir arabayı sürmeye benziyor sinir sistemi çökmüş laçka olmuş bir insanın destek almadan hayatını sürdürmesi. Seni kıranlardan alacağın en büyük intikam seven ve sevilen bir insan olmaya devam etmen. Bir insanın aşağılık bir insan olup olmadığını yaşadıkları kanıtlıyor. Yıkılan bir kenti yeniden onarmaya benziyor dostluk da. Hangimizin yaşadıklarımız üzerinde tam bir bilgisi var? Aşk gibi bütün duyguların çılgınca harcandığı bir çağda doğruluk ve eşitlik gibi masum özlemleri duyumsamak bile başının giyotinde uzatmasını gerektiriyor insanın. Zevk, şehvetten üstündür. Sen, kimsenin hayatını ne yargılıyor ne de ayıplıyorsun. Ama insanlardan da aynı hoşgörüyü beklemek yanılgıya götürür seni. Seni, yalnızlığınla baş başa bırakan dostların yılgınlığa düştüklerinde onlara gerekli psikolojik desteği vermekten kendini alıkoymuyorsun. Diğer yandan onlara öğüt vermek için kafanı şişirmelerine zamanını almalarına izin vermekle kendini tüketiyorsun. Ebeveynler bile çocuklarına karşı bu kadar özverili değildir. Artık aklı başında insanlara bir kere öğüt vermen gerektiğini unutma. Sen onların gündelik yaşamlarını düzenlemekle görevli bir elçi misin? Onların neden senin gündelik yaşamın alt üst olduğunda sana ayıracak zamanları yok? Duygu ortaklığı insanın dostlarının sayısı kadar ihanetle bölünür. İnsanlık bugün de gelecekte de onursuzluk içinde yaşayanlara da onuruyla ölenlere de ev sahipliği yapacak. Yaşadığın her acı uğradığın her ihanetin seni güzel sonuna yaklaştırdığına inanıyorum. İnsan okuyamazsa yazamaz, yaşayamazsa üretmez. Ruhu olmayan hiçbir başarı zenginlik ve mutluluğun kazanılmaya değer bir yanı yoktur. Ruh, bedenle birleştiği anla, bedenden ayrıldığı ana kadar, insana ayrıcalık katar. İnsanlar zaman zaman kendilerini paraya yiyeceğe onursuz zevklere kurban ettiklerini farkına varmıyorlar. Yüz kızartıcı suçları yüzlerinde yamyam gibi gülümsemeleriyle taşıyanları anımsa. Doğruyu hayatına geçirmek için yaşayan bir insanı ortadan kaldırıp insanlığa en ulvi kötülükleri etmiş birine yardım edenler bilmeliler ki, aynı kötülükler yarın onların ve çocukların karabasanı olacaktır. Yaşanılanın adaleti ve ruhu da bu gerçeği değiştirmez. Önyargılar güneş gibi fazla güneşlendiğinde insanı çarpar. Senin en büyük hatan kötülüklerin ne kadar açgözlü olduğunu bilmiyorsun okyanusları aşmakta.”
“Sevgili dostum, seninle hayatın üzerine konuşmak istiyorum. Nasıl bir hayatı oldu Anton Çehov’un?”
“Sevgili Bedriye, Anton Pavloviç önceden bir serfken, 3500 rubleye hem kendini hem de ailesinin özgürlüğünü satın almış. Küçük bir tüccar olan baba 1870 yılında parasını kaybetmiş bunun üzerine tüm aile Moskova’ya taşınmış. Anton Pavloviç ise liseyi bitirmek için Taganrog’da (Güneydoğu Rusya) kalmış. Çalışarak kendi geçimini idame ettirmeye çalışmış. Okulu bitirdikten sonra 1876’nın sonbaharında, o da Moskova’ya gitmiş ve üniversiteye girmiş. Ben ilk öykülerimi ailemin çektiği fakirliği hafifletmek için yazdım. Bildiğin gibi tıp okudum. Küçük bir taşra kasabasındaki bölge doktorunun asistanlığını yaptım. Tıbbı yardım için hastane gelen köylülere, subaylara( bu arada bu küçük kasabada bir askeri batarya bulunuyordu) yardım ediyordum. Üç Kız Kardeş oyunumda bu askerin bazılarını görebilirisin. Öykülerimde yarattığım Rus taşrasına özgü sayısız karaktere dair servet değerindeki gözlemlerimi burada biriktirdim. O dönemde daha çok, farklı müstear isimlerle imzaladığım küçük mizah yazıları yazıyordum gerçek imzamı da tıbbı makalelere saklıyordum. Küçük mizahi yazılarım, çoğunlukla sert muhalif siyasi gruplara ait çeşitli günlük gazetelerde yayımlanıyordu. Ben hayatım boyunca hiçbir siyasi hareketin içinde yer almadım. Eski rejimin baskısı altında yaşayanların acılarına duyarsız kaldığım için değil, yazgımda siyasi etkinliğin bulunmadığını düşünmemeden kaynaklanıyordu. Halkıma siyasi olarak değil ama farklı bir biçimde hizmet ediyordum. Her şeyin başında adalet geldiğine inanıyordum hayatım boyunca her türlü adaletsizliğin karşısında sesimi yükselttim ama bu duygularımı yazmadım. Ben her şeyden önce bireyci bir sanatçıydım. Partilere katılma hevesim olmadığım için mevcut haksızlıklara karşı çıkışlarım da bana özgüydü. Beni araştıran eleştirmenler benim 1890 yılında tehlikeli olduğu kadar zahmetli de olan bir yolculuğa katlanarak Sakhalin adasına gidip oradaki mahkûmların hayatlarını incelemeye beni neyin sevk ettiğine bir anlam verememişler.”
“Sevgili dostum, ilk öykü denemelerini ne zaman basıldı?”
“Sevgili Bedriye, ilk hikâye denemelerim – “Alacalı Hikâyeler” ve “ Alacakaranlıkta”1886 ve 1887’de çıktı. Okuyucu öykülerimi benimsedi. Kısa bir zaman sonra da önde gelen yazarlar arasına girdim öykülerim en iyi süreli yayınlarda hak ettiği yerini almakta gecikmedi. Hekimlikten ayrıldım ve tüm zamanımı yazmaya adadım. Daha sonra Moskova yakınlarında tüm ailemin yaşayabileceği bir mülk satın aldım. Burada geçirdiğim mutlu günler hayatımın en mutlu günleri oldu. Bağımsızlığın, yaşlı anne ve babama sunduğum olanakların ve dostlarımla keyifli geçirdiğim saatlerin tadına vardım. Ailemde eğlence yaşama nedeni haline gelmişti. Faal birisiydim. Toprakla uğraşmaktan müthiş keyif alıyordum. Hayatı sadece sevmekle yetinmiyor değiştirmeye ve dönüştürmeye yönelik çalışmalarda bulunuyordum. Moskova’nın ilk Halk Evi’nin Kütüphanesi, okuma odası, oditoryumu ve tiyatrosunun oluşmasında çaba harcamakla yetinmedim Moskova’da bir deri hastalıkları kliniğinin açılmasını sağladım. Ressam İlya Repin’in yardımıyla Taganrog’da bir resim ve güzel sanatlar müzesi kurdum, Kırım’ın ilk biyoloji merkezinin yapılmasına ön ayak oldum; Pasifik’teki Sakhalin Adası’nda bulunan okullar için kitap topladım ve kitapları oraya sevk ettim; köylü çocuklar için Moskova yakınlarında üç okul ve yine köylüler için bir çan kulesiyle itfaiye departmanı inşa ettim. Kırım’a gittiğimde orada dördüncü okulu inşa ettim. Yenilikler inşa etmeyi seviyordum. Hayata böyle anlam katabileceğimi düşünüyordum. Gorki’ye şöyle yazmıştım: “Herkes kendi toprak parçası üzerinde elinden geleni yapsa, dünyamız ne harikulade bir yer olurdu” diye.
“Sevgili dostum, çalışmalarının bununla da sınırlı kalmadığını biliyorum. Bir doktor olarak yaptığın çalışmalara değinir misin?”
“Yaptığım tüm çalışmaların en ufak ayrıntısına kadar ben ilgileniyordum. Bu çalışmaların beni teselli etmiyordu. Doktor olarak da Kolera salgını esasında bölge doktoru olarak tek başıma çalıştım. 25 köyle ilgilendim. Hasadın verimsiz olduğu yıllarda açlık çekenlere yardım ettim. Hekim olarak Moskova’nın varoşlarındaki köylerde çok çalıştım. Bana eğitimli bir hemşire olarak yardım eden kız kardeşim Maria’ya göre binden fazla hasta köylüye evimde parasız baktım ve gerekli ilaçları temin ettim. Yoksulları Koruma Derneği’nin üyesi olarak Yalta’da yaptığım çalışmalar üzerine koca bir kitap yazılabilir.”
“Yaptığın bu türden iyilikler toplumda nasıl karşılığını buldu?”
“Yaptığım iyilikler benim yazım algılayışıma sinmiştir. İyilik yapmak benim doğal mizacımda vardı. Yaptığım iyilikleri karşılıksız yapıyordum. Bu yüzden okuyucularım tapardı bana. Bu da tüm Rusya demekti. Son yıllarda ünün daha da çok artmıştı. Bir çocukla çocuk, bir sarhoşla sarhoş, bir şarkıcıyla bir şarkıcı olabiliyordum. İnsanların dünyasına girmemdeki yeteneğimden dolayı “Çehov’un Hikâyeleri” diye anılan 1880’ler ve 1890’ların devasa ansiklopedik ölçüde ayrıntılı Rus dünyasını yaratabildim”
“Öykülerini nasıl yazıyordun?”
“Hiç unutmam yeni tanıştığım radikal gazeteci ve hikâye yazarı Korolenko’ya “Hikâyelerimi nasıl yazarım biliyor musun?” demiştim. İşte şöyle! Masama baktım. Masadaki kül tablasını önüme koydum ve şöyle dedim: istiyorsan, yarın bir hikâyen olacak. “Kül Tablası” isminde. Baktığım/ gördüğüm dokunduğum her şeyin öyküsünü yazmakta hiç zorluk çekmiyordum.”
“Peki, bu kadar yoğun çalışmayı sağlığınız kaldırıyor muydu?”
“Ne yazık ki hayır. Tüberkülozum vardı. Moskova yöresinden daha sıcak iklimlerde yaşamaya ihtiyacım vardı. Önce Fransa’ya gittim. Daha sonra Kırım’daki Yalta’ya yerleşerek orada meyve bahçeli bir kır evi satın aldım. Neredeyse hayatımın sonuna kadar burada yaşadım. Moskova’yı ziyaret etmek için ender olarak oradan ayrıldım. Doksanlı yıllarda sahne amirliği konusunda oldukça yetenekli iki amatör oyuncu Stanislavski ve yazar Nemiroviç- Dançenko tarafından kurulan ünlü Moskova Sanat Tiyatrosu’nun benim piyeslerimi sahneye koymaları ünümü artırdı… Çayka yani Martı tiyatronun simgesi haline gelmişti. Vişne Bahçesi, Vanya Dayı ve Üç Kız Kardeş gerek benim gerekse tiyatro alanında büyük başarılara imza attı. Ölümcül vereme yakalanmış olan ben tiyatroya gelerek seyircilerinin coşkusunu doya doya içime çektikten sonra evime gidiyordum.”
“Sevgili dostum, evliliğin hakkında neler söylemek istersin?”
“Bedriye, tiyatronun en önde gelen oyuncusu olan eşim Knipper bazen beni ziyaret etmek içim Kırım’a gelirdi. Mutlu bir evliliğim olduğunu söyleyemem. Evliliğimde aradığımı bulamadım. Başka nasıl açıklayabilirim duygularımı.”
“Hastalığınızla mücadele etmeyi düşünmediniz mi?”
“Hastalığımla çok mücadele ettim. Tedavi amacıyla son seyahatimi Almanya’nın Kara Ormanları’ndaki Badenweiler’a yaptım. Oraya vardıktan sonra üç hafta daha yaşadım. 2 Temmuz 1904’te, yabancı bir kasaba ailemden ve dostlarımdan uzak tanımadığım insanlar arasında öldüm. Yani 1860’ta doğdum, 1904’te öldüm.”
“Gerçekten ölümün hazin olmuş. Seni ve Gorki’yi karşılaştırmalarını nasıl karşılıyorsun?”
“Benim gibi gerçekçi bir sanatçıyla Gorki gibi didaktik bir yazar arasında hiç kuşkusuz ki fark vardır. Gorki, sefil, yarı vahşi, sırına erilmez Rus köylüsüne biraz sabır ve iyilikle yaklaşmanın meseleyi halledeceğini sana şu naif ve coşkulu Rus entelektüellerinden biridir. Karşılaştırma için benim “Yeni Ev” adlı hikâyemi okuyabilirsin. Zengin bir mühendis kendisi ve eşi için bir ev yapar; bahçesi, çeşmesi, camdan bir küresi vardır evin ama tarıma elverişli topraktan yoksundur. Taze hava alıp rahatlamak istiyor adam. Arabacı adamın beyaz ve gösterişli atını demirciye götürüyor. Demirci atları süzdükten sonra , “Bunlar kuğu vallahi!” der. Yaşlı bir köylü çıkagelir “Eh” der, kurnaz ve müstehzi bir gülümsemeyle “Ak olmaya aklar, ne var ki bunda? Benim iki atı da yulafla besleseydim, böyle gösterişli olurlardı. Bu ikisini sabana koşup kamçılasınlar da göreyim.” (s.334) Şimdi didaktik bir öyküde hele güzel fikirleri olan bir öyküyse bu cümleler ortak aklın sesi olurdu; daha da önemlisi basit ve derinlikli bir şekilde ifade eden yaşlı bir köylünün iyi bir insan olarak köylü sınıfının bilinç sembolü olduğunu görürdük. Peki, ben ne yapardım? Büyük olasılıkla ben, günümüzün radikalleri için çok kutsal olan bir gerçeği yaşlı köylünün aklına soktuğumun farkında bile olmazdım. Beni ilgilendiren şey hayatı ve bu adamın kişiliğini doğru şekilde, bir sembol olarak değil de, bir karakter olarak yansıtmayı yeğlemek. Bir başka deyişle adamın zekâsından ötürü değil de, her zaman başıboş konuşarak başkalarının tadını kaçırmayı sevdiği için böyle konuşuyordur beyaz atlardan güzel görünümlü şişman arabacıdan nefret ediyordur; kendisi yalnız bir duldur, yaşamı sıkıcıdır, hastalığı yüzünden dolayı çalışmıyordur. Parası büyük bir şehirde çalışan oğlundan geliyordur. Vs.Vs. Başka bir deyişle ben karakteri bir ders aracı yapıp, Gorki’ye veya herhangi bir Sovyet yazarına sosyalistçe bir gerçek gibi görünecek şekilde, onu başka bakımlardan çok iyi göstermektense, (sıradan burjuva hikâyelerinde, annesini ya da köpeğini seven adamın kötü biri olmaması gibi), siyasi mesajları veya edebi gelenekleri umursamaksızın, yaşayan insanı sunarım okuyucuya. Benim en iyi ve en kötü karakterlerimin temel fikri Rus kitlelerinin gerçek ahlaki ve manevi kültürle fiziksel zindelik ve servete kavuşmadıktan sonra meyhane hala orada durdukça köprüler ve okullar inşa eden en iyi niyetli entelektüel çabalarını boşa çıkarır. Benim karakterlerimle vardığım sonuç kitleleri doğrudan teması bulunmayan saf sanatın saf bilimin uzun vadede karşılığını bulacağıdır. Ben bile bugün anlıyorum ki, şahsıma münhasır bir entelektüel olduğumdur gerçeğini…”
“Yarattığınız karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz?”
“Öyle sanıyorum ki, hiçbir yazar benim kadar hazin karakterleri az vurguyla yaratmamıştır. “Arabada” öykümden yaptığım bu alıntı kanıtlıyor söylediklerimi:” Ne tuhaf diye düşündü; Tanrı niçin zayıf, mutsuz, işe yaramaz insanlara bu kadar hoş bir tabiat, mahzun, hoş, nazik gözler bahşediyor-niçin bu kadar çekiciler?” “Resmi Görev” hikâyemde de hiç anlamadığı için sorgulamadığı bir işte getir götür işleri için kar üstünde kilometrelerce yol tepen yaşlı bir köy ulağı vardır. “Asmalı Katlı Ev” hikâyemde de, İngilizcede ismin telaffuzu imkânsız olan genç kız, Misyus, sonbahar gecelerinde ince elbisesiyle üşürken hikâyedeki “ben” ceketini kızın ince omuzlarına örter genç kızın ışıklı penceresi ve romantizmi sof çıkar. “Yeni Ev”de, toprak ağasının yaptığı tüm iyilikleri yanlış algılayan ama ağasını canı gönülden kutsayan ihtiyar bir köylü vardır. Toprak ağasının el üstünde tutup şımarttığı kızı köylülerin kendisine düşmanca davrandıklarını hissedince gözyaşlarına boğulur; ihtiyar köylü cebinde üzerine ekmek kırıntıları yapışmış bir salatalığı kıza verirken şöyle der:” Ağlama kızım, yoksa annen babana söyler, baban da döver seni” Burada herhangi bir vurgu/açıklama içermeyen sözler tam da bir köylünün kendi yaşam algılayışını yansıtır. “Araba” adlı hikâyemde ise, köy okulu öğretmeninin acılı hayal kırıklıkları, yolların bozuk olmamsından dolayı yapılan kazalar, iyi niyetli ama saba sürücünün kendisine seslenirken kullandığı takma adla bölünür. Benim en şaşırtıcı hikâyem olan “Çukurda”nın kahramanlarından iyi huylu yumuşak başlı Lipa’nın kırmızı çıplak bebeği bir kadının üzerine kaynar su dökmesiyle hayatını kaybeder. Öyküde anne ve kız arasında geçen mutluk okunmaya değerdir. Lipa’nın ağır işe hüküm giymiş kocası vardır, riyakârın tekidir adam. Öncede şüpheli işleri yürüttüğü günlerde, evine güzel el yazmasıyla yazılmış mektuplar gönderilir. Günün birinde o mektupları yakın dostu Samorodov’un kendisi için yazdığını söyler. Bu arkadaşı okuyucu hiç görmez. Koca ağır işe hüküm giyince mektupları Sibirya’dan aynı güzel el yazısıyla yazılmış olarak gelmeye başlar. “Öyküde bu kadar iyi olmana karşı neden roman yazmayı düşünmedin?”
“Sevgili Bedriye, ben iyi bir uzun roman yazamadım; çünkü kendimin öykü yazmak için dünyaya geldiğim gerçeğiyle erken yüzleştim. Yazma deham olmasına rağmen yaşam örüntüsüne uzun süre odaklanamıyordum. Benim deham öykülerde kendini daha çok belli ediyordu. Oyun yazma nitelikleri, uzun hikâye yazma niteliğinden farklı değildir. Oyunlarımda olduğu gibi uzun soluklu romanlar yazsaydım aynı kusurlar ortaya çıkacaktı.”
“Sevgili dostum, kendini Fransız yazar Maupassant ile neden kıyasladığını açıklar mısın?”
“Bedriye, bu kıyaslama sanatsal açıdan bana zarar verse de ikimizin de ortak özellikleri uzun soluklu yazmayı bilmiyor olmamızdır. Ben gençliğimde bir falso haricinde asla hacimli bir kitap yazmayı denemedim. “Düello” “Üç Yıl” gibi yapıtlarım en uzun çalışmalar olmasına rağmen hâlâ öykü olmaktan öteye gitmez.”
“Okuyucuların gözünde baktığında yapıtlarını nasıl değerlendirdiklerini düşünüyorsun?”
“Bedriye, nükteci okuyucular için benim yapıtlarım hüzünlü kitaplardır ancak ironi anlayışı olan okuyucular için onlardaki hüzünleri derinlemesine algılıyorlar ve kendi duygularında bir karşılık gördüğünü farkına varıyorlar. Benim mizah algılayışım hiçbir yazarın mizah anlayışıyla bağdaşmaz tamamen bana özgüdür. Bana göre yaşanan olaylar aynı anda hem hüzünlü hem de komiktirler. Öncelikle kederli yanlarını görenler kederin içinde beslediği ironiyi de görebilir.”
“Rus eleştirmenler sen hakkında ne düşünüyordu merak ediyorum?”
“Rus eleştirmenler benim hakkındaki düşüncelerini özetlersem şöyle düşünüyorlardı: “ Çehov’un üslubunun, kelime seçiminin vesaire, söz gelimi Gogol’u, Flaubert’i ya da Henry James’i meşgul eden sanatsal kaygıların hiçbirini açığa vurmadığını belirtiler” s.338.Ben günlük giysilerimle partilere giderim örneğin. Ben bir yazarın söz tekniğinde olağanüstü bir canlılık yakaladıktan sonra cümleleri fazla eğip bükmeden de mükemmel bir sanatçı olabileceğinin düşünüyorum. Bana göre bir yazar kendi üslubunu oluştururken ince ayrıntılara kendini fazla kaptırmadan kelimeleri fazla eğip bükmeden de başarılı olabilir. Ben bu yolu izledim kendi üslubumu yaratırken. Ben yazarken ruh hallerinin zenginliği, etkileyici zekâ titreşimlerini, sanatsal yönden karakter çizerken tutarlı ve istikrarlı olmasını, canlı yaşamı sorgulamasını öncülerken bir diğer tarafıyla da insan yaşamının solgunlaştırılmasını özgünleştirerek kendi tarzımı yarattığımı düşünüyorum. Benim ince mizahım, yarattığım hayatın griliğine sinmiştir. Buna karşı Rus eleştirmenlerine göre ben benzersiz bir Rus karakter tipinin biricik yorumcusuyum. Bu tipleri tek tek açıklamama gerek görmüyorum. On dokuzuncu yüz yıl Rusya’sının gerek psikolojik gerekse toplumsal tarihiyle ele aldım. Ben çekici ve yetersiz insanlara emek vermedim. Benim erkek ve kadın karakterlerim yetersizliklerinden dolayı çekicidirler. Rus okuruna asıl cazip gelen benim kahramanlarımda Rus entelektüeli Rus idealist tipini yurtdışında pek tanımayan ama Sovyet Rusya’sında var olamayacak kadar acayip ve hazin bir yaratığı görmeleridir. Benim entelektüel tiplerim insanın muktedir olduğu en derin edeple, ideal ve ilkelerini hayata geçirme konusunda mizah ve yetersizlik duygusuyla iç içedir. Neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmelerine karşı kişilik olarak da iyi insanlar olmalarına karşı battıkları çamurun içinde debelenip dururlar. Benim tüm köy hikâyelerimde doktor, öğrenci, köy öğretmeni ve birçok buna benzer sıfatlardaki karakterlerimde yer alan niteliklerdir bunlar.”
“Sizin yazın çizginiz politik bakış acısına sahip eleştirmenleri rahatsız ediyor muydu?”
“Evet, fazlasıyla rahatsız ediyordu. Benim yarattığım tipleri belli bir siyasi parti mensubuna dâhil etmemem ve onlara siyasi program vermememden dolayı rahatsız oluyorlardı. Ben hiçbir partinin üyesi değildim. Benim “tipik kahramanlarımın müphem fakat güzel bir insani gerçeğin, ne kurtulabildiği ne de taşıya bildiği bir ağırlığın talihsiz yüklenicisi olmasıydı” Benim hikâyelerimde farkına vardınsa sürekli tökezliyorlar ama bu tökezlemeler yıldızlara yani yükseklere bakan birinin tökezlemeleridir. Mutsuz bir adam başkalarını da mutsuz etmekten haz duyar, kardeşini ya da en yakınındaki insanları değil de kendisine uzak olan insanları sever. Ben savaş ve devrim öncesi Rus entelektüellerine özgü tüm ince ayrıntıları tüm çıplaklığıyla saptamaktan sanatsal bir haz alırdım. Bu tür adamlar hayal kurardı ama hüküm sürmezdi. Sersem, güçsüz, ne istediklerini bilmeyen güçsüz, faydasız kişilerdi; bana göre bu tip insan üreten ülke şanslıydı. Böyleleri eline geçen fırsatları değerlendiremez, eylem adamı olamaz. Kuramayacakları ülkenin hayaliyle uykusuz geceler geçirir. Bu tür insanların insani zaafları saymakla bitmez. Bu yüzden Rus halkının sefaleti ile Rus edebiyatının şanıyla gerçekten ilgilenenler beni gerçekten önemsiyorlar benim kadrimi biliyorlardı. Ben kendi ülkemin gerçeklerini fazlasıyla abartmadığım karakterlerim sayesinde Gorki’den daha fazla ifade ettim. Rusya’nın sorunlarını gerçekten bilenler beni sevenler bilmeyenler de ya da Rusya hakkındaki kaygılarında samimi olmayanlarsa beni sevmezler.”
“Sevgili dostum, yapıtlarını kendi dillerine çeviren çevirmelerin yapıtların hakkındaki görüşleri sana göre neler olabilir?”
Bedriye, benim en sıkıntılı yapıtlarımı çevirenler bile yapıtlarımı hem okurken zorluk çekmezler hem de dillerine çevirirken. Benimle aynı hayalleri kuracak kadar yapıtlarımla hemhal olurlar farkında olmadan.”
“Sevgili Bedriye, benim kişiliğimle ilgili düşüncelerini benimle paylaşır mısın?”
“Sevgili dostum, sen yerleşik değerlerin insanısın. İçinde doğduğun coğrafyada yaşayan insanlarım sorunlarına oldukça duyarlısın. Tam bir eylem adamısın. Çağdaş bir aydın olarak cehalete karşı savaş açarken hiçbir siyasi partinin rozetine ya da övgüsüne ihtiyaç duymuyorsun. Birçok yeniliklerin yaratıcısı ve yaşatıcısı olmana karşı bunlardan kendine övünme payı çıkarmıyorsun. Sağlığını gözden çıkarırcasına kendini adıyorsun halkına. Yazdıkların ille de yaşadıklarınla arana mesafe girmediği için kendine yabancılaşmıyorsun. Kendinle ilgili içsel savaş yaşamıyorsun. Neyi ne için yaptığını biliyorsun. İnanılmaz bir insan sevgisi var içinde. Özellikle ezilen ve zor durumda olan insanlara karşı tarif edilmez bir merhamet duygusu taşıyorsun içinde. Sahip olduğun hiçbir başarının ve sana verilen payelerin ya da sıfatların senin için gerçekteki yerini fazla büyütmüyorsun. Sahip olduklarıyla ya da başardıklarıyla övünenlerden değilsin. Oldukça sade bir kişiliğin var. Dış görünüşünde kişiliğin gibi sade. Giyimde de sade giyinmeyi seviyorsun gündelik giysilerle her türlü ortama gidecek kadar. Sevgi senin yaşama nedenin. Sen sevilmekten çok sevmeyi önceliyorsun. Emek vermek senin kişiliğinin kilometre taşlarını oluşturuyor. Ailene karşı da sorumluluk duyan ve sorumluluklarını yerine getiren birisisin. Kendi evliliğinde aradığını bulmamana karşı özel hayatında eksikliğini duyumsadıklarına kavuşmamam rağmen kendini eksik bir insan gibi hissetmiyorsun. Birçok yazar gibi içinde aşağılık duygusu taşımıyorsun. Oldukça gerçekçisin. Sorunları tüm çıplaklığıyla algıladıktan sonra sorunları çözme yoluna gidiyorsun zaman kaybetmeden. Aşkın hayatındaki karşılığı insan sevgisine tekabül ediyor. Riyakâr aydınlarla yıldızın hiç barışmıyor. Hayatın boyunca kendi çizdiğin yolda ilerlerken yalpalamıyorsun. Ne yapabileceğini neyi yapamayacağını çok iyi bildiğin için roman yazma girişiminde bulunmadın örneğin. Yaptığın işi gösterişsiz ama en iyi şekilde yapman konusunda elinden gelenin en iyisini yapıyorsun. Ölüme giderken keşke şunu da yapsaydım dediğin dileklerin içinde yer almıyor. Yaşadıklarıyla olduğu kadar yazdıklarıyla da kendini gerçekleştiren nadir insanlardan birisisin. Hem zenginliği hem de yoksulluğu aynı onurla taşıyan bir kişiliğin var. Eziklik duygusuna yer yok içinde. Olduğun gibi olan göründüğün gibi yaşayan birisisin. Yazdıklarında başarılı olmanı bilmene karşı halkın sana olan sevgi ve övgüsüne ihanet etmiyorsun. İhanet etmek senin dünyanda yok. Kimseyle çıkar çatışmasına girmediğin gibi kimsenin sanatsal dehasını da kıskanmıyorsun. Her şeyin en iyisine layık bir insansın. Yalnız ve tanımadığın insanlar arasında ölmen de doğru değil seni tüm okuyucuların tanıyor ve seni sen olduğun için seviyorlar. Halkın sevgisinin gerçekte ne anlama geldiğini bildiğin için kendini yalnız hissetmiyorsun. Severken de ayrılırken de insanları kırmamaya özen gösteriyorsun. Hiçbir insanı ne yaşadıklarından, ne de sahip olduklarından dolayı yargılıyorsun. İyi bir gözlemcisin. Kişilik analizi yaparken tam bir insan sarrafısın. Salt Rusya için değil tüm dünya için güzellikler düşünüyorsun. Din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın insanları tanımayı ve sevmeyi biliyorsun. Yerleşik değerlerin insanısın. Benimsediğin değerler erozyona uğramadan seninle birlikte mezara girecek kadar seninle kaynaşmış. Toprakla ilgilenmeyi seviyor yaşadığının yeri bir cennete çevirmeyi biliyorsun. Hayatta en hakiki mizahın en hakiki acıları içinde barındıracağını bilecek denli bilgesin. Yaşamında mektupların özel bir yeri var. Hayatının tümünü neredeyse mektuplara dökmüşsün. Yaşadıklarından beslenmiş insanlardan birisi olduğun için yaşamışlıklarından insanlığın kütüphanesine sayısız yaşayan kahramanlar kazandırdın. Seninle dost olmanın bir ayrıcalık olduğunu bilmenin güveniyle seni seviyorum, sevgili dostum.
“Bende seni sevdim Bedriye. Kişiliğime dair saptamaların beni utandırdı. Her şey gönlünce olsun. Sevgilerimle.
Kaynak: Rus Edebiyat Dersleri. Vladimir Nabokov. Türkçesi: Yiğit Yavuz, Fatih Özgüven, Ayşe Nihal Akbulut. İletişim Yayınları. S. 329-391.